Ülkemizin ve dünyanın anayasal tarihini biliyor muyuz? Hangi anayasal aşamalardan bu güne geldiğimizi acaba hiç merak ettik mi?

Bu günlerde ülkemizin gündeminden hiç düşmeyen, anayasa uzlaşma komisyonundan her gün bir çekişme haberi gelen, her siyasi partinin birbirini suçladığı yeni anayasa tartışmalarını izliyoruz.

Peki ama ülkemizin ve dünyanın anayasal tarihini biliyor muyuz?

Hangi anayasal aşamalardan bu güne geldiğimizi acaba hiç merak ettik mi?

Bu günü anlayabilmek için, bu ulusun tarihindeki anayasal geçmişe, bir dergi sayfasına sığabilecek ölçüde kısaca göz atmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

Fransız İhtilali’nde öldürülerek derisi yüzülen ve anayasanın kapağına kaplanan bir insanın var olduğunu düşündüğümüzde, insan derisi ile kaplı anayasalar gören bir dünyada, yüzyıllardır yazılı bir anayasası bulunmadan dünyayı yöneten bir İngiltere olduğunu da unutmayalım.

Yine unutmayalım ki dünyamızdaki tüm yönetimler, yaptıkları anayasaların son derece demokratik ve en gelişmiş anayasa oldukları iddiasındadır. Oysa yine insanlık tarihi ve bu ulus görmüştür ki bir sürü muhalif, anayasal düzeni yıkmaya çalıştığı suçlaması ile yasal olarak idam edilmişler ya da resmi otoriteler tarafından yargısız infaz edilmişlerdir.

1 global

 ANAYASA NEDİR?

Peki ama nedir anayasa? Ya da böyle bir belgeye ihtiyaç var mıdır?

Tarihi gerçeklikle örtüşür mü bilinmez ama birçok filozof, değişik versiyonları ile şunu söylemektedirler;

“İnsanlar doğuştan bazı doğal haklara sahiptirler, bu haklar kişiye bağlıdır, devredilemezler ve sınırsızdırlar.’’ Düşünün ki bir kişi diğerine zarar vermiş ise bunun hesabını sormak, yapanı cezalandırmak, zarara uğrayanın en doğal hakkıdır. Ya da bir kişinin ailesini doyurmak veya neslini devam ettirmek içgüdüsü, doğuştan gelen en doğal haktır. Bu durumda insanın, çocuğunu doyurmak için bulduğu ilk besine, kime ait olduğunu hiç dikkate almadan el koyması ya da karşısına çıkan ilk karşı cinsle seks yapmaya çalışması en doğal hak gibi görünmektedir.

 

İLK ADIM TOPLUMSAL UZLAŞMA

Eğer filozofların ve tarihçilerin bu teorileri doğru ise, insanlığın yaşadığı bu ilk dönem kaosu düşünmek bile mümkün değildir.

Oysa ne zaman ki insanlık vahşi aşamalarını geçmiş, bir arada yaşam iradesi gelişmiştir, işte o zaman toplumsal uzlaşma dediğimiz, bu günkü anayasaların yazılı olmayan şekli oluşmaya başlamıştır.

Filozoflar bu durumda, insanların doğuştan gelen doğal haklarının bir kısmının toplum yararına ve yine topluma terk edildiğini söylemektedirler.

Yani artık kimse kendisi cezalandırmayacak, istediği gibi istediği malı alamayacak vs. İşte bu durum günümüz anayasalarının yazılı olmayan toplumsal izdüşümleridir.

 

ULUS OLARAK ANAYASAL PROFİLİMİZ

Peki insanlık tarihi kadar eski olan anayasa kavramı konusunda biz ulus olarak neredeyiz?

Binlerce yıllık tarihi olan geçmişimize baktığımızda, Orta Asya’dan Osmanlının son dönemlerine kadar günümüz anlamında bir anayasamız olmadığı açıktır. Başta bulunan lider ve onun emrinde sorgusuz- sualsiz emri yerine getiren silahlı güçler… Ancak bu durum, günümüz anayasalarının işlevi olan, düzen sağlayıcı fonksiyonun olmadığı anlamına gelmemektedir. O dönemlerde de bir toplumsal uzlaşma vardır.

Yönetilenler doğal haklarını, Bey, Emir, Ataman, Hünkar, Sultan, Padişah vs. adına topluma iade etmişlerdir. Ancak toplum adına karar veren bu otoritelerdir. Otorite, gücünü kullanırken geleneklere, adalete, dine uygun davrandığı iddiasındadır. Unutulmasın ki İngiltere’nin halen daha günümüz anlamında bir yazılı anayasası yoktur.

Süregelen bu durum, ne zaman ki Osmanlı zayıflamış, dış baskılara boyun eğer hale gelmiştir, işte o zaman değişmeye başlamıştır.

Osmanlıda yaşanan ilk yazılı anayasa, yaşanan bir taht kavgasında ayanlar ile padişah arasında ilk kez II.Mahmut döneminde Alemdar Mustafa Paşa önderliğinde yapılan 1808 tarihli Sened-i İttifak’tır. Her ne kadar günümüz anayasaları niteliğinde olmasa da, padişahın gücünü sınırlamaya yönelik ilk yazılı belge olması nedeni ile ulus tarihinde bir ilktir.

JAKOBEN ANAYASALAR

global 3 

Bu ilk yazılı anayasa benzeri(!) belgeden bir süre sonra 1839 yılında Sultan Abdülmecit tarafından görevlendirilen Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane parkında okunan Tanzimat Fermanı gelir ülke tarihinin gündemine. Nedenleri bir yana, ilk kez padişah yetkilerinin sınırlandığı bir belgedir bu. Ancak hiçbir toplumsal talebe dayanmamakta, padişah tarafından ihsan edilmektedir.

Hemen peşinden Avrupa’nın baskısı ve savaştaki Osmanlı’nın zor durumu 1856 Islahat Fermanı’nı getirmiştir. Bu ferman günümüz anayasalarındaki dinler arasındaki eşitlik ilkesini, yine padişah iradesi olarak yazılı hale getirmiştir. Yine bir toplumsal talep yoktur, günü kurtarmak, çöküşü engellemek adına yukarıdan bağışlanan haklardır bunlar…

Osmanlı, yukarıdan verilen bu haklarla durumu düzeltmeye çalışırken her şey daha kötüye gitmiş; Balkanlarda isyanlar, Rusya ile çetin savaşlar ve durumu kabullenmeyen Genç Osmanlıların direnişi ile önce 1876 ve peşinden 1908’de I.ve II. Meşrutiyet olarak adlandırılan süreçlerde bu günkü anayasal anlama yakın yazılı belgeler doğmuştur. İlk kez padişah dışında meclisler oluşmuştur. Ama fesih yetkisi yine padişahtadır.

Ne yazık ki çağa uygun olmayan hiçbir anayasanın, kağıt üstünde kalmaktan başka bir anlamı olmadığını bir kez daha ispatlayan bu son uğraşlar, tüm dünyada olduğu gibi yine anlamsız kalmış; kurtarmaya çalıştığı kurulu düzeni yıkılmaktan kurtaramamıştır.

Cumhuriyet Dönemi Anayasaları olan 1921 ve 1924 Anayasaları, savaş dönemi anayasalarıdır. Son derece kısadırlar ve toplumu dönüştürmek, toplumsal ihtiyaca yetmek yerine o dönemin zor şartlarına cevap vermeye yönelik belgelerdir.

İlk tepki anayasası olarak karşımıza 1961 Anayasası çıkar. İlk kez toplum ben de varım, isteklerim bunlardır demektedir ama tek bir itirazi kayıtla; toplumun taleplerini yine devletin bir organı, silahlı kuvvetleri bahşetmiştir topluma… 

Aynı tepki 1982 Anayasası için de geçerlidir. 1961 Anayasasının artık toplumsal barışa hizmet etmediği, anarşi ve kaos yarattığı gerekçesi ile ortadan kaldırılmasını takiben, yerine % 90’dan fazla halk oyu ile 1982 Anayasası konmuştur. Ne ilginçtir ki bu denli yüksek kabul gören bu anayasa onlarca kez değiştirilmiştir ve mimarları yargılanmaktadır.

Artık günümüzde tartışılan tek konu, toplumsal uzlaşmaya dayalı, tüm toplum katmanlarının, içeriğine katıldığı bir anayasa hazırlama isteğidir. Ancak görülen odur ki henüz bu uzlaşmadan çok uzağız. Demokratikleşme mücadelesi veriyoruz derken insan derisi ile kaplı anayasa’yı hiç unutmayalım.

Ve yine unutmayalım ki Hitler Almanya’sında da, Mussolini İtalya’sında da, Franko İspanya’sında da anayasalar yürürlükteydi. Bu gün dahi birçok otoriter rejimlerde anayasalar yürürlüktedir.

Bütün bu anlattıklarımızın özeti; Anayasal kurallardan daha çok, o kurallardaki satır aralarını toplum ve demokrasi lehine okuyacak çağdaş, demokratik iktidarlara ihtiyacımızın olduğudur. 

Lock full review www.8betting.co.uk 888 Bookmaker